Paris İklim Değişikliği Anlaşması
Kömür, petrol ve doğalgaz
gibi fosil yakıtların kullanılması, ormansızlaşma, yanlış arazi kullanımı ve sanayi atıkları
ile atmosfere salınan sera gazlarının atmosferdeki birikimleri, Sanayi Devrimi’nden beri
hızla artmaktadır. Sera etkisi ve artan şehirleşme, Dünya’nın yüzey sıcaklıklarının
artmasına sebep olmaktadır. Bu sınırlı kaynakların
(kömür, petrol, doğalgaz) kullanımı sonucunda atmosfere salınan karbondioksit (CO2),
kükürt (S) ve diğer gaz halindeki kirleticilere paralel olarak çevre kirliliği artış göstermeye
devam etmektedir. Bu çevre kirliliklerinden bir tanesi de bugün tüm dünyanın gündemi haline gelmiş olan İklim Değişikliğidir.
Son yüzyılda atmosferdeki CO2 oranı
280 ppm’den (milyonda bir birim) sanayileşmenin getirdiği %31’lik artışla 377 ppm’ye
yükselmiştir (İklim Değişikliği ve Türkiye, 2012: 4). Atmosferdeki CO2 oranı ile sıcaklık artışı
arasında doğru orantı vardır ve ikili birbirine bağlı olarak azalır veya artar. Küresel düzeyde CO2 konsantrasyonundaki artış Şekil 1'de verilmiştir.
Şekil 1. Küresel Düzeyde CO2 Konsantrasyonundaki Artış
1980’lerden sonraki yıllara bakıldığında hemen hemen her yılın bir önceki yıla göre daha
sıcak geçtiği görülmektedir. Bu dönemde pek çok sıcaklık rekoru kırılmıştır ve küresel
ortalama yüzey sıcaklığı da 20. yy’ın başından bugüne yaklaşık olarak 0,7 °C artmıştır. Dünya Meteoroloji Örgütü (WMO) son olarak 2019 İklim Durumu Raporunu
yayınlamıştır. Buna göre 2015-2019 yılları, en sıcak son beş yıl olarak kayıtlara geçmiştir.
Yapılan araştırmalar ise sıcaklığın artma eğiliminin devam edeceğini göstermektedir.
Eldeki bulgulara göre 2100 yılına kadar 1990 yılına kıyasla 3 °C’lik artış öngörülmektedir.
Artışın alt ve üst sınırlarına bakıldığında en az 1 °C en çok ise 3,5 °C olacağı hesap
edilmektedir (Türkeş, M. (2001a)).
Dünya genelinde iklim değişikliği, 1750’lü yıllardan bu yana farklı sıcaklık artışları gibi
etkileri ile küresel ısınmaya kanıt olacak etkiler göstermiştir. (Boşgelmez, A., 2007)Bu etkiler ise;
- 1974 yılında Hindistan, Sahra ve Avustralya’da sırasıyla muson yağmurları, kuraklık ve kasırgaların yaşanması,
- 1975’de Brezilya’daki don olayları sonucu kahve mahsulünün yok olması,
- 1976’da Avrupa kıtasında yaşanan kuraklık,
- 1977’de ABD’de yaşanan şiddetli kış ve ürün kayıpları,
- 1977’de Hindistan’daki Andra Pradesh kasırgası,
- 1978’de Hindistan’daki sel olayı,
- 1998’de Orta Amerika’da fırtınalar ve sellerin yaşanması ve Endonezya’da tropikal
orman yangınları,
- Türkiye’de dâhil birçok ülkede Temmuz-Ekim 2002 arasında yaşanan sürekli
yağışlar,
- 2003 yılında yaşanan aşırı sıcaklar sonucunda Fransa’da kitlesel ölümler,
- Ocak 2004’te İstanbul ilinde aşırı kar yağışı ve don olayları,
- 2005 yılında Amerika, Japonya ve Çin’de tayfun ve sel felaketleri; Uzak Doğu’da
tsunami,
- İklim kuşaklarının kutuplara doğru kayması,
- Kuşların göç zamanlarında yaşanan değişimler,
- 2006 yaz aylarında aşırı sıcaklar,
- 2007 yılına ait kış aylarında hava sıcaklıklarının daha önceki yıllara göre daha fazla
olması, okyanus ya da sıcak deniz sularında yaşayan denizel canlıların kuzey
enlemlere doğru yani Kızıldeniz’den Akdeniz Bölgesine yayılması, yağış
miktarlarının azalması ya da normalin üzerinde seyretmesi, sellerin oluşması,
- Yüksek enlemlerde sıcaklık artışı,
- Buzulların erimesi (İzlanda’da bulunan Vatna dev buzulunun büyük bir hızla
erimeye başlaması ve erime bu hızla devam ederse yaklaşık 100 yıl sonra
İzlanda’nın sular altında kalacağı öngörüsü),
- Antarktika kıtasında sıcaklığın 2,5 °C artması,
- Deniz suyu sıcaklıklarının 0,1-1 °C arasında artış göstermesi,
- Günümüze kadar yapılan ölçümlere göre atmosfer sıcaklığının sürekli yükselmesi,
- Nehir, göl gibi sulak alanlarda su seviyelerinde düşüşlerin yaşanması, buna bağlı
kuraklık görülmesi ve çölleşmenin artması,
Küresel ısınma kaynaklı bu olaylar ile mücadelede en büyük payı sera gazları
oluşturmaktadır. CO2 ve sera gazı emisyonlarının azaltılmasına yönelik faaliyetlerin hız
kazanması, yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanımı ve sürdürülebilir gelecek oldukça
önemlidir.
Tüm bu nedenlerden ötürü Paris İklim Anlaşması yeterli çözümü sunmamakla birlikte küresel anlamda yapılabilecek önemli bir çalışmadır.
1. Paris İklim Anlaşması Nedir?
Paris Anlaşması, iklim krizinin önüne geçmek amacıyla 197 ülkenin ortak hareket
etmeleri gerektiğini kabul ettikleri uluslararası bir anlaşmadır.
İklim krizinin önüne geçmek için küresel ortalama yüzey sıcaklığındaki artışı 2 derece
ile sınırlandırmak, mümkünse 1,5 derecenin altında tutmayı amaçlar.
Şimdiye kadar 197 ülke anlaşmayı imzaladı, 191’i onayladı. Onaylamayan altı ülke
arasında Eritre, Libya, Irak, İran, Yemen ile birlikte Türkiye de var. Ancak Türkiye 22.09.2016 tarihinde onayladı, 07.10.2021'de TBMM'de kabul etti.
Not: 1,5 İLE 2 DERECE ARASINDA
NE FARK VAR?
Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli’nin (IPCC) ortaya
koyduğu veriler 1,5°C’lik bir ısınmanın 2°C’ye göre nispeten daha
güvenli olacağını vurguluyor. IPCC’ye göre ortalama yüzey
sıcaklığındaki artış 1,5’yi bulduğunda %100 artması beklenen
sel riski 2°C’lik bir ısınmayla %170’e ulaşacak. Ayrıca şiddetli
kuraklığa maruz kalan insan sayısı 1,5°C’lik bir artışta 350, 2°C’lik
bir artışta 410 milyona çakabilir. Aşırı sıcak hava dalgaları ise
dünya nüfusunun %9’u yerine % 28’ini etkileyebilir. Bununla
birlikte her 0,5°C’lik artışın tarımda ürün verimliliğini daha da
düşüreceği biliniyor.
Küresel ortalama sıcaklık artışının 2 dereceyi geçmesi halinde
insan hayatını doğrudan etkileyecek yıkıcı sonuçlar ortaya çıkacak.
2. Paris İklim Anlaşması Taraf Ülkelere Belli Bir Emisyon Azaltım Hedefi Dayatıyor Mu?
Hayır. İklimi korumak için emisyonların azaltılması ve fosil yakıtların kullanılmaması
gerekiyor olsa da taraf ülkeler, ne zaman ve ne kadar sera gazı azaltım taahhüdünde
bulunacağına kendileri karar veriyor ve ulusal katkı beyanlarıyla iletiyor. Paris
Anlaşması, ülkelerin kendi şartlarına göre hazırladıkları beyanlarını (Ulusal Katkı
Beyanı) baz alıyor ve ülkeleri her beş yılda bir bu beyanlarını iyileştirmeye davet ediyor.
Emisyonlarla ilgili ülkelerin verdikleri beyanlar dört ana grupta toplanabilir.
- Mutlak azaltım: Belli bir yıldaki emisyon seviyesi referans alınarak (örn. 2000),
hedef yıldaki emisyonların bu seviyenin altına indirilmesi.
- Tavan emisyon yılı: Ülkelerin ulusal emisyonlarının en üst seviyeye (tavan)
ulaşacağı yılın belirlenmesi ve bu yıldan itibaren emisyonların azaltılması.
- Referans senaryodan azaltım: Ülkelerin mevcut politikaları altında atmosfere
salacakları sera gazı miktarını referans senaryo kabul edip, emisyonların bu
senaryodaki seviyenin altına indirilmesi.
- Emisyon yoğunluğu hedefi: Ülkelerin birim ekonomik çıktı başına ürettikleri
emisyonların belli bir seviyeyi aşmayacağına ya da bu yoğunluğun azaltılacağına
dair açıkladıkları hedefler.
197 ülkenin niyet beyanı incelendiğinde 61 ülkenin mutlak azaltım, 10 ülkenin emisyon
yoğunluğunu kontrol etme, 83 ülkenin ise referans senaryodan azaltım hedeflediği
görülüyor. Türkiye, “referans senaryodan azaltım” taahhüdü veren grupta yer alıyor.
3.Türkiye Paris İklim Anlaşması’nı İmzalarken Emisyon Azaltım Taahhüdü Verdi Mi?
Türkiye’nin BM Sekreteryası’na sunulan Niyet Edilen Ulusal Katkı Beyanı’nda, 2012
yılında 430 milyon ton olan toplam sera gazı emisyonlarının, azaltım önlemleri ile
2030 yılında 929 milyon tona kadar çıkarabileceği belirtildi. Başka bir deyişle Türkiye
sera gazı emisyonlarını azaltma taahhüdü vermedi, iki katından fazla artırabileceğini
söyledi.
Türkiye bunu yaparken, eğer hiç önlem alınmazsa emisyonlarının 2030’da 1 milyar 175
tona çıkacağını, verilen beyanla bu miktarın 929 milyon tonda tutulacağını söylüyor.
Bu beyanını da “artıştan %21 oranında azaltım” olarak tanıttı. Türkiye’nin akranları
olarak değerlendirilebilecek ülkelerden Arjantin ve Brezilya, emisyonlarını 2030
yılında 2005 yılı seviyesinin altına indirmeyi, Meksika ise 2026 yılında en yüksek
emisyon seviyesine ulaştıktan sonra emisyonlarını düşürmeyi hedefliyor. Türkiye’nin
resmi planlarında 2030 sonrasındaki dönemde de sera gazı emisyonunu azaltmaya
yönelik bir hedefi bulunmuyor.
4. Türkiye Hedeflediğinin Daha İyisini Yapabilir Mi?
Evet, çünkü veriler Türkiye’nin emisyon azaltımı için hiçbir önlem almadan bile hesapladığı
miktarın çok altında sera gazı emisyonu ürettiğini gösteriyor. TÜİK’in yayımladığı son sera
gazı emisyonu envanterine göre 2019 yılında toplam emisyonlar 506,1 milyon ton CO2e
olarak gerçekleşti ve azalma eğilimini sürdürdü. Dolayısıyla mevcut büyüme/ekonomi
eğilimi dahilinde, hiçbir emisyon azaltım önlemi almadan dahi hedeflediği/beyan ettiği
rakamın altında kalacağı görülebiliyor.
Enerji dönüşümünü hayata geçirirsek (fosil yakıtlardan yenilenebilir enerjiye geçerek ve
enerjiyi daha verimli kullanarak) enerji kaynaklı emisyonlarımızı sıfırlamaya yaklaşabilir
veya en aza indirebiliriz. Onarıcı tarım uygulamalarını yaygınlaştırır ve doğa koruma
alanlarını genişletebilirsek emisyonların dengelenmesini hızlandırırız.
5. Türkiye’nin Anlaşmaya Taraf Olması Ekonomik Bir Yük Getirir Mi?
Tam tersi! Araştırmalar, Türkiye’nin aktif bir iklim
politikası yürütmesi halinde milli gelirinin %7 artacağını
gösteriyor. Türkiye enerjide %70’lerin üzerinde dışa
bağımlı ve bu bağımlılığın temel nedeni petrol, doğal
gaz ve kömür. İklim krizini durdurmak için yapmamız
gereken bu üç fosil yakıtı kullanmayı bırakmak ve yerine
güneş, rüzgar gibi yenilenebilir enerji kaynaklarını
kullanmak. Yenilenebilir enerji kaynaklarının herhangi
bir yakıt maliyeti yok dolayısıyla dışa bağımlılık söz
konusu değil. İlk yatırım sırasında bazı ekipmanlar
ithal edilse de, bu durum kömür ve gaz santralleri
için de geçerli. Rüzgar ve güneşi merkeze alan bir
enerji dönüşümü, teknoloji içeriği yüksek bir sanayi
gelişimini de beraberinde getirebilir. Ayrıca güneş
ve rüzgardan elektrik üretim kapasitesinin artması
sanayi üretimindeki değer zincirini de önemli oranda
büyütecek; güneşte 15-25 GW’lık kapasite ilaveleri 0,8
milyar dolar olan üretimi 6,8 - 11,3 milyar ABD doları
kadar arttırabilir.
İstihdam oluşturma potansiyeli olarak bakarsak; iklim
krizi ile mücadeleyi destekleyecek düşük karbonlu
bir gelişme, fosile dayalı ekonomik yatırımlara göre
daha fazla istihdam oluşturuyor. Örneğin; her 1 milyon
dolarlık yatırımın, sürdürülebilir enerjide 15-30, enerji
depolamada 4-12, enerji verimliliğinde 10-18, çevre
dostu şehir altyapılarının geliştirilmesinde 10-15, atık
ve geri dönüşümde 15-40 kişiye yeni istihdam oluşturma potansiyeli olduğu hesaplanırken; 1 milyon dolarlık
kömür yatırımının inşaat aşamasında 1, termik
ve maden işletmesinde 2 kişiye istihdam sağladığı
hesaplanmaktadır.
Sanılanın aksine Türkiye’nin anlaşmaya taraf olması değil olmaması ekonomik bir yük oluşturabilir. Çünkü
ard arda karbonsuzlaşma ve karbon nötr olma hedefleri
açıklayan birçok ülke, karbonsuzluğa dayanan yeni bir
ekonomik düzen kuruyor. Bu yeni düzene adapte olmak,
güneş ve rüzgar gibi yenilenebilir enerji potansiyeli
yüksek Türkiye’ye bazı fırsatları da beraberinde
getiriyor. Örneğin; Avrupa Birliği Sınırda Karbon
Düzenleme Mekanizması ile 2050 karbonsuzlaşma
hedefine giden yolda, ticari ilişkileri olduğu ülkelerin
de dönüşmesini bekliyor. AB, ihracatının neredeyse
yarısını bu ülkelere yapan Türkiye için büyük önem
taşıyan bir ticaret ortağı. Türkiye, Paris Anlaşması’nı
onaylayarak bu mekanizmaların ilgili endüstrilerinin
karbon ayak izini azaltmasına ve bir iklim finansmanı
desteğine dönüşmesine fırsat oluşturulmalı.
AB’nin yeşil ekonomik dönüşümüne uyumlu
tedbirlerin öngörüldüğü senaryo çalışmaları, 2030
yılı itibariyle Türkiye’nin gayri safi yurtiçi hasılasının
sınırda karbon düzenlemesi (SKD) ile karşılaşılacak
senaryolara kıyasla %5,7-6,6 oranında daha yüksek
gerçekleşebileceğini; sera gazı emisyonunun ise %15-
%17 civarında daha düşük olabileceğini hesaplıyor. Bu
dönüşüme uyumlu tedbirlerin alınmadığı durumda
ise yılda 1,8 milyar avroyu bulan vergi yükleri ile
karşılaşılabilir.
Öte yandan, Paris Anlaşması’nın 6. maddesi
kapsamında anlaşmaya taraf ülkelerin emisyon
azaltım taahhütlerini yerine getirebilmeleri için piyasa
mekanizmaları oluşturulması öngörülüyor. Paris
Anlaşması’nın uygulanmasına yönelik müzakereler
sürerken Türkiye, anlaşmaya taraf olmaması durumunda bu
mekanizmaların şekillenmesinde söz sahibi olamıyor.
6. Paris İklim Anlaşması Sorun Çözmek İçin Yeterli Mi?
Dünyada iklim krizini tek başına durdurabilecek bir ülke yok, bu yüzden de
her ülkenin çözüme sorumluluğu oranında katkıda bulunması gerekiyor. Paris
Anlaşması bir sihirli değnek değil fakat küresel iklim eylemi için uluslararası
işbirliğini tesis eden bu ölçekteki tek araç konumunda bulunmaktadır.
Paris Anlaşması’nı onaylayan ülkelerin verdikleri taahhütler dünyayı bugüne
kıyasla yaklaşık 2,6 derece daha sıcak bir gezegen yapacak. Oysa iklim değişikliğini
kontrol altında tutabilmemiz için ortalama yüzey sıcaklığındaki artışı 1,5’de
sınırlandırmamız, en kötü ihtimalle 2 derecenin altında kalmasını sağlamamız
gerekmektedir. Bu yüzden de ülkeler verdikleri taahhütleri iyileştirmelidirler.
7. Hangi Ülkeler Daha Fazla Sorumlu?
Bu çok kolay bir hesap değildir. Mevcut emisyonlar, tarihsel (kümülatif) emisyonlar
ve kişi başına düşen emisyonlar gibi birkaç kıstasa bakmak gerek.
- Mevcut emisyonlar: Son verilere göre küresel emisyonların yüzde 50’sinden
Çin, ABD, AB ve Hindistan sorumlu. Türkiye en çok emisyona sahip 20
ülkeden birisi olmaktadır.
- Tarihsel emisyonlar: Emisyonlara ilişkin tarihsel sorumluluk, Sanayi
Devrimi’nin başlangıcı kabul edilen 1750 yılından itibaren, ülkelerin küresel
ortalama sıcaklıktaki artışa tahmini katkısıyla ölçülmektedir. ABD, Rusya ve Avrupa
bu konuda uzun bir süre Çin’in önünde bulunmaktaydı.
- Kişi başına düşen emisyonlar: Çin gibi büyük nüfusa sahip ülkeler toplamda
daha fazla emisyon üretse de kişi başına düşen emisyonda ilk sırada
olamayabilir. Örneğin, ABD’de kişi başına düşen emisyon miktarı 18 ton iken
Çin’de 8 ton civarındadır.
Sonuç ve Tartışma
Sonuç olarak, iklim değişikliği dünya genelinde ciddi etkilere neden olan bir tehdit olarak karşımızda duruyor ve bununla mücadele etmek için küresel işbirliğine ihtiyacımız vardır. Paris İklim Anlaşması, bu önemli mücadele için yeterli olmasa da bir adım olmuştur, ancak daha fazla çaba ve taahhüt gerektirmektedir. Küresel düzeyde ülkelerin kamusal olarak yapabileceklerinin yanı sıra bireysel olarak yapabileceklerimiz de hayati öneme sahip olmaktadır. Karbon ayak izimizi azaltma, tüketim alışkanlıklarımızda tutarlı davranma, israfın önüne geçme, yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanımına önem verme gibi hususlar önemli bir yere sahip olmaktadır.
İklim değişikliği çevresel kirliliğin sonuçlarından sadece bir tanesidir. Hava kirliliği, su kaynaklarının tükenmesi, denizlerdeki aşırı organik birikim, çevresel toksikoloji, biyoçeşitliliğin azalması gibi kirlilik türleri de dünyamızı tehdit etmektedir. Tüm bu kirliliklerin ortaya çıkmasında önemli oranda pay sahibi olan devletler Paris İklim Değişikliği Anlaşması gibi uluslararası anlaşmalarda boy göstermektedir. Bunun nedeni çevresel hassasiyetten ziyade hali hazırda devam edegelen kalkınma ve ekonomik gelişimlerini devam ettirebilmek adına kullanacakları doğal kayaklarının azalmasından yana duydukları endişe olmaktadır. Sorunun kaynağı olan ülkelerin sorunun çözümünde baş rol gibi görülmeleri samimi görünmemektedir. Sorunun çözümünde rol alması gereken ve ciddi adımları atması beklenen ülkeler başta ülkemiz olmak üzere İslam Dünyası'nın ülkeleridir. İslam dini çevre hassasiyeti hususunda Müslümanlara çok büyük sorumluluk yüklemiştir. Hz. Peygamber (sav) '' Bir kul mescidde tükürmeye davranırsa, mescidin duvarları sarsılır. O kimse, bir dalın ateşte yanarken kıvranması gibi zorlanarak da olsa o tükürüğü yutarsa, Allah cc o kimseden yetmiş iki hastalığı çıkarır'' Ravi: Hz. Enes (ra) buyurmaktadır. Yine başka bir Hadisi Şerifte: '' Allah yeryüzünü mescid kıldı'' buyurmuştur. Dolayısıyla yeryüzünü, tabiatı muhafaza etmek en az yetmiş iki tür hastalıktan emin olmak demektir. Tam aksine tahrip etmek ise en az yetmiş iki hastalığa maruz kalmak demektir.
Bu nedenle tabiatın muhafaza edilmesi noktasında başarılı olabilecek ve samimi adımlar atacak kişiler ancak Müslümanlar olabilir. Müslüman ülkeler bir araya gelerek mutlaka tabiatın muhafaza edilmesine dair de çalışmalar yapmalıdır. Ancak bu aşamada yapılabilecek şey Paris İklim Değişikliği Anlaşmasını ''yetmez ama evet'' diyerek desteklemektir. Bu destek tabiatı tahrip eden anlayışın ve bu anlayışı yönetim stratejisi olarak kabul etmiş devletlerin/kurumların/kişilerin de tabiatın ve insanın zararına yönelik hamlelerine darbe mahiyetinde olacaktır.
Yaşanılabilir Bir Dünya için hep birlikte el ele gayret etmeliyiz.
Kaynaklar
http://openaccess.iste.edu.tr/xmlui/bitstream/handle/20.500.12508/1989/cansev_genc.pdf?sequence=1&isAllowed=y
https://wwftr.awsassets.panda.org/downloads/10_soruda_paris_anlamas_web.pdf?10741/10-Soruda-Paris-Anlasmasi
Boşgelmez, A. (2007). Küresel Isınma ve Sonuçları. 21. Yüzyıl Dergisi, 119-148
TÜRKİYE’DE İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ RİSK YÖNETİMİ (2012). (haz. Mikdat Kadıoğlu), Çevre ve
Şehircilik Bakanlığı Yayını, Ankara
(Türkeş, M. (2001a), Hava, İklim, Şiddetli Hava Olayları ve Küresel Isınma. Devlet Meteoroloji İşleri GenelMüdürlüğü 2000 Yılı Seminerleri, Teknik Sunumlar, Seminerler Dizisi, 1,197.
Yorum Gönder