Çevresel Kriz ve İnsani
Sorumluluk: Bir Manifesto!
Dünyada çevresel bir krizin olduğu muhakkaktır. Atmosferdeki, karbon dioksit başta olmak üzere, sera gazı olarak ifade edilen gazların konsantrasyonlarının artması, bu duruma bağlı olarak küresel bir ısınmanın meydana gelmesi, bölgesele iklim değişikliklerinin meydana gelmesi, buzulların erimesi, deniz sularının yükselmesi ile sellerin oluşması, biyoçeşitliliğin azalması, su kaynaklarının tükenmesi, göçmen kuşların göç yollarındaki göletlerinin kuruması, yangınlardaki artışla orman alanlarının azalması, gıda ürünlerinin kalitesinin ve çeşitliliğinin azalması, yerel yönetimlerin bilinçsiz ilaçlama çalışmaları ile arıların zarar görmesi, maden faaliyetleri ile kimyasal atıkların çevreye salınması, atık yönetiminin doğru yapılamaması nedeniyle ortaya çıkan bulaşıcı ve/veya yeni tür hastalıklar gibi çevresel sorunlar günümüzde çevresel bir krizle karşı karşıya kalmamız sonucunu doğurmuştur. Tüm bu sorunları görmezden gelerek, çevresel krizin sadece bir sonucuna odaklanarak çözüme ulaşmaya çalışmak sonuçsuz kalacağı gibi asıl gündemi unutturacağı için büyük bir çözümsüzlüğe de neden olacaktır. Bu krizin sonuçlarından bazıları aşağıdaki gibidir.
- Türkiye’de, Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) standartlarına göre havası temiz şehir bulunmamaktadır. 2021’de İstanbul’da 4 bin 848, Ankara’da 2 bin 853, Türkiye genelinde ise en az 42 bin kişi hava kirliliğine bağlı hastalıklar nedeniyle yaşamını yitirdiği tahmin edilmektedir (THHP, 2021).
- Dünyada 2,1 milyar insan içme suyuna ulaşamamaktadır, 4 milyar insan yılda en az bir ay şiddetli su kıtlığı çekmektedir (Pakdemirli, 2021).
- Dünyadaki her dört türden biri yok olma tehlikesi ile karşı karşıya kalmıştır (Dünya Doğayı Koruma Birliği, 2023).
- Dünyadaki mahsüle en büyük zirai katkıyı sağlayan polenlemenin baş kahramanı arıların %40’ı yok olma ile karşı karşıya kalmıştır (WWF, 2018).
- İklim değişikliğinin 10 yılda 2 milyar 720 milyon ton buzun erimesine neden olduğu, kaybedilen buzul kütlesinin, dünyadaki buzulların yüzde 2'sine denk geldiği belirtilmiştir (ESA, 2020).
Çevresel sorunların meydana gelmesinde bireysel olarak sorumluluklarımız olsa da asıl yük yöneticilerin üzerindedir. Çevresel krizin oluşmasında tüm ülkeler pay sahibidir. Ancak bazı ülkeler çevrenin tahrip edilmesinde daha büyük bir etkiye sahiptir. Örneğin; ABD’nin emisyon miktarı D-8 ülkelerinin tamamının ürettiği emisyon miktarının 2 katıdır. Bu nedenle çevresel krizin çözüme kavuşturulmasında bu ülkelerin sorumlulukları daha fazladır. Bu nedenle bahse konu ülkelerin kendi politikalarında bir değişikliğe gitmeden uluslararası düzeyde yapmış olduğu hamleler samimi karşılanmamaktadır.
Çevresel krizin oluşmasında en büyük neden çevrenin tanımlanması, korunması gibi konuları da kapsayacak şekilde doğru bir çevre paradigmasının oluşturulamamış olmasıdır. Günümüz çevresel krizin ana kaynağı Descartes’in mekanik dünya görüşü anlayışıdır. Tabiatla insan arasındaki ilişkileri tanımlayan bu anlayışa göre bugünkü Batı uygarlığı, insan-doğa ilişkisinde varoluşun temeline insanı oturtmakla kalmamış, onun çevresini oluşturan her şeyi de insanın hizmetkârı olarak ve tahakkümü altındaki eşyalar/metalar olarak algılanmasına neden olmuştur. Bu anlayış bir ülkenin ekonomik kalkınmasını gerçekleştirebilmesi için ihtiyaç duyulan hammaddeyi (doğal kaynaklar), tabiatın tahrip edilmesini göz ardı ederek elde edilmesinin yolunu açmıştır. Bu nedenle kendi paradigması, kalkınma anlayışı, yaşamını sürdürme hedefi doğrudan ya da dolaylı olarak tabiatı tahrip etmek olanların çevresel krizi çözmeleri beklenemez.
Günümüz çevresel krizin çözülmesi için
doğru paradigma ‘’Sakın dengeyi
bozmayın!’’ (Kuran55:8) ayeti ile Kuran’ı Kerimde ve su içtikten sonra her zaman
"Bize rahmetiyle tatlı ve lezzetli suyu içiren ve
günahlarımız yüzünden onu tuzlu ve acı yapmayan Allah'a hamd olsun" duasını yapan İslam
Peygamberi Hz. Muhammed’in insan-tabiat ilişkisinde bulmak mümkündür.
Son günlerde gündemde olan Paris İklim
Anlaşması ya da çevresel krizin çözülmesini gündeme alan uluslararası anlaşmalar
paradigma sorunu nedeni ile yetersiz kalmaktadır.
Yaşanılabilir bir dünyayı inşa etmek
için, çevresel krize yol açan tüm sorunların çözümünü de içine alacak şekilde,
Hak ve Adelete dayalı yeni bir paradigma oluşturulmalıdır. Bu paradigma
çerçevesinde atılacak adımlarla yaşanılabilir bir dünya mümkündür.
Yorum Gönder